Gwen, motel odasına girer girmez ürpertici bir his kapladı içini. Duvarlar sanki ona yaklaşıyor, hava boğuluyormuş gibi hissediyordu. Gece yarısıydı ve ortalık sessizliğe gömülmüştü. Bu sessizlik, Gwen’in kulaklarını tırmalayan bir uğultuya dönüşmüştü. İlk vardiyasıydı ve tedirginliği her saniye artıyordu. Resepsiyondaki eski telefonun sesi, sanki bir ölüm çanı gibi yankılanıyordu.
Koridorlarda adımlarını atarken, her köşede gizlenen bir tehdit varmış gibi hissediyordu. Göz ucuyla gördüğü gölgeler, hayal miydi gerçek miydi ayırt edemiyordu. Geçmişinden gelen karanlık anılar, zihninde bir sis bulutu gibi dolaşıyordu. Her an bir canavarın köşeden fırlayıp ona saldıracakmış gibi hissediyordu.
Otel odasına geri döndüğünde, pencereden dışarı baktı. Ay ışığı, otelin arka bahçesini aydınlatıyordu. Bahçedeki ağaçlar sanki ona el sallıyor, onu karanlığa çekmeye çalışıyordu. Gwen, korkudan donakaldı. Ne yapacağını, nereye gideceğini bilmiyordu. Karanlık onu yutmaya çalışıyordu ve Gwen’in tek umudu, bu kabus gecenin bir an önce bitmesiydi.